30 Mayıs 2007 Çarşamba

Berlin'de ''Modern Sanat İpek Yolu'' Sergisi

Açılışı Türkiye, Azerbaycan, Bulgaristan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan büyükelçileri tarafından yapılan karma modern sanat sergisinde toplam 10 sanatçının eserleri yer alıyor.

Sanatçılar arasında Türkiye'den, Berlin Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik'in eşi Nazlı İrtemçelik, Murat ve Cansu Ökmen ile fotoğraf sanatçısı Galip Yılmabaşar bulunuyor.
İstanbul, Ankara, Amman ve Astana'da açtığı kişisel sergilerin yanı sıra bugüne kadar çok sayıda karma sergiye de katılan Nazlı İrtemçelik'in, sergide toplam 13 eseri yer alıyor.
Sefire İrtemçelik, ''gerçekçi fantezi stiliyle'' eserlerinde ışık ve renklerin yoğun, dinamik ve uyumlu ilişkisini yansıtmaya çalıştığını belirtti. İstanbul doğumlu olan İrtemçelik, 1985 ve 1987 yılları arasında New York'taki Hunter College'de sanat tarihi ve resim eğitimi gördü.
Murat ve Cansu Ökmen çifti de sadece evlilikte değil, sanat alanında da ortak yollarını sürdürüyor. Bursa doğumlu olan Cansu Ökmen'in, Uludağ Üniversitesi tarafından 2002 yılında düzenlenen yarışmadan birinciliği var. Berlin doğumlu Murat Ökmen'in de çok sayıda eseri bulunuyor. Çift, ağırlıklı olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde atların başları için kullanılan maskeleri resme dökmeyi seviyor. Avrupa ve ABD'de çok sayıda sergi açan Edirne doğumlu fotoğraf sanatçısı Yılmabaşar da fotoğraflarında daha ziyade insan, hareket, bale, çiçek, mimarlık ve teknik konularını işliyor.

Sergi vesilesiyle hazırlanan broşürde de açılışa katılan büyükelçilerin kısa mesajlarına yer verildi. Büyükelçi İrtemçelik, ortak köklerden beslenen ''Türk kültür coğrafyasının'', bir dayanışma duygusuyla derinliğini ve zenginliğini yansıttıkları için sergiye katılan sanatçıları kutladı.
İrtemçelik, Berlinli sanatseverlerin de sergiye gerekli ilgiyi göstermelerini dilediğini kaydetti.
''Modern Sanat İpek Yolu'' sergisi, ''Art Center Berlin'' adlı sanat merkezinde 17 Hazirana kadar açık kalacak.

29 Mayıs 2007 Salı

Cannes'da Afiş Astırılmadı

BİR TÜRK'ÜN CANNES BELEDİYESİ'NE BORÇ TAKMASI, TÜRKİYE'YE PAHALIYA PATLADI.

Türkiye'yi tanıtacak 12 metrekarelik afiş bu yüzden Festival Sarayı'nın yakınına astırılmadı..
Cannes Film Festivali'nde Türkiye'nin tanıtımı Cannes Belediyesi'ni dolandırdığı iddia edilen bir Türk nedeniyle yapılamadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, festivalde Türkiye'nin tanıtımını yapmak amacıyla girişimlerde bulundu.
Cannes Festival Sarayı'nın tam karşısına 120 metrekarelik bir tanıtım afişi basıldı. Afişin altındaki dev ekranda ise Türkiye ve İstanbul'un tanıtım filmlerinin gösterilmesi öngörüldü. Ancak filmlerin ekranda gösterilmesine izin verilmedi. Paris Turizm Müşaviri Serpil Varol, filmlerin gösterim izninin belediye tarafından verilmediğini belirtti ve nedenini şöyle anlattı:

'MASRAFLARINI ÖDEMEDİ'

'Cumali Varer adlı bir Türk geçen yıl Cannes-İstanbul arasında yat yarışı düzenledi. Biz de turizm bürosu olarak kendisine destek vermiştik. Ancak reklam şirketinin bize aktardığına göre Varer, Cannes Belediyesi'ne ait otellere olan borçlarını ve bu arada limandaki faaliyetlerine ilişkin masraflarını ödememiş.
Cannes Belediyesi ise bu sebeple dev ekranda yayınlanacak Türkiye'nin tanıtım reklamlarına izin vermedi.'

28 Mayıs 2007 Pazartesi

Sigaranın Tarihçesi

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sigara kullanımının yılda 5 milyon insanın ölümüne yol açtığını, bu sayının önümüzdeki 20 yıl içerisinde iki katına çıkmasının beklendiğini kaydetti. WHO’nun tahminlerine göre, bugün tüm dünyada 1,3 milyar civarında olan sigara kullanıcılarının sayısı 2025 yılında 1,7 milyarı bulacak.

19. YÜZYILDAN ÖNCE TÜTÜN KULLANIMI
1492’den önce: Amerika kıtasının yerlileri tedavi ve dini amaçlarla tütün üretimi yapıyorlardı. 1492: Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetti. Avrupa’ya döndüğünde yanında bu kıtada daha önce hiç görülmemiş olan tütün tohumları ve yaprakları vardı. Kolomb’un mürettebatından Rodrigo Jerez tütün içerken görüldü ve şeytan tarafından ele geçirildiği iddia edilerek hapis cezasına çarptırıldı.

1535: Montreal Adasına ulaşan Jacques Cartier oradaki yerli halkın kendisine tütün sunmasından sonra günlüğüne “vücutlarını, ağızları ve burunları sanki birer bacaymışlar gibi tütene kadar, dumanla dolduruyorlar”, “biz de onları taklit ettik, ancak duman biber gibi acıydı ve ağzımızı yaktı” diye yazmıştı. 1556: Fransa ilk defa tütünle tanıştı ve Jean Nicot kısa zamanda tütün içmeyi popüler hale getirdi (19. Yüzyıl bilim adamları “nikotin” olarak tanınan kimyasal maddeye onun adını verdiler).
1565 yılına gelindiğinde; tüm Avrupa’ya yayılan tütün alışkanlığı, ünlü İngiliz aristokratı ve şairi Sir Walter Raleigh’nin tütün içmeye başlamasıyla, İngiltere’ye de girdi.
1610: Japonya’da tütün üretimi ve içimi yasaklandı.
1612: Amerika’da Virginia’da ilk defa ticari tütün ekimi yapıldı ve başarıya ulaştı. Amerikalı tütün ekicisi John Rolfe daha sonra ünlü Kızılderili kızı Pocahontas’la evlendi. On yıl içinde, tütün Virginia eyaletinin en önemli ihraç maddesi haline geldi. Tütün ekimi için köle iş gücü kullanılmaya başlandı.
1618: Virginia 20.000 libre tütün üretti.
1622: Virginia, bir Kızılderili saldırısında kolonisinin üçte birini kaybetmesine rağmen 60.000 libre tütün üretti.
1627: Virginia, 500.000 libre tütün üretti.1629: Virginia tütün üretimini üç katına çıkararak 1.500.000 libre tütün üretti.
1634: Maryland kuruldu. Maryland’de de tütün üretimine başlandı. Rus Çarı tütün içimini tüm Rusya’da yasakladı. Tütün içerken yakalananların ceza olarak burnu kesiliyor, suçun tekrarı halinde ölüme mahkum ediliyorlardı.
1660: Tütün üreticisi olan Virginia ve Marland kolonilerinde kölelik başladı. Sayıları azalan beyaz uşaklar yerini kölelere bıraktı. Köle fiyatları tütün fiyatlarına göre belirlenmeye başlandı.
1676: New France Kolonisinde sokakta tütün içmek ve tütün taşımak yasaklandı. Bir süre için, perakende satışta yasaklandı ancak halkın kendileri için tütün yetiştirmeye başlamasıyla, Kanada’nın tütün endüstrisi düşüş gösterdi.
1732: Virginia’nın en zengin tütün üreticisi Robert King öldü. Öldüğünde 300.000 dönüm arazisi ve 700 kölesi vardı.
1739: Fransa, Kanada’dan tütün ithal etmeye başladı.
1761: İngiliz doktor John Hill, “Cautions Against the Immodetrate Use of Snuff” (Aşırı Enfiye Kullanımına Dikkat) isimli ve tarihte bilinen ilk tütün-kanser araştırması olan raporunu yayınladı.
1775: Virginia ve Maryland’in tütün üretimi 100 milyon libreye ulaştı.19. Yüzyıl 1800: ABD’nin köle nüfusunun yarısından fazlası Virginia ve Maryland’deydi. Bu iki eyaletteki toplam zenci köle sayısı 395.000’di.
1800’lerin başı: Puro tüketimi, enfiye tüketimiyle rekabet etmeye başladı. Tütün çiğneme ve pipo kullanımı ortaya çıktı.
1854: 1856 yılında sona eren Kırım Savaşı başladı. İngiliz ve Fransız askerleri Türk tütünüyle tanışıp, onu Avrupa’ya götürdüler.
1878: Kanada’nın Ontorio bölgesinin rahibi Albert Sims “The Sin of Tobacco Smoking and Chewing Together With an Effective Cure for These Habbits” (Tütün İçme ve Çiğneme Günahı ve Bu Alışkanlıkları Bırakmak İçin Etkili Tedavi) isimli kitabını yayınladı.
1881: ABD’de, John Bonsack ilk sigara yapan makinenin patentini aldı. Böylece ABD, günde 120.000 sigara üretmeye başladı. Bir makine 48 kişinin yaptığı işi yapıyordu. Üretim maliyeti düştü ve güvenli kibritin de icadıyla, sigara tüketimi bir anda patladı.
1889: Saint John Hastanesi sigaranın zararlarını ve gırtlak kanserine neden olduğunu anlatan bir kitap yayınladı.
1891: Kanada’nın British Colombia eyaletinde, 15 yaşından küçüklerin tütün içmesi yasaklandı.1895: Sadece Kanada’da 66 milyon adet sigara satıldı.

Sigara 6,5 saniyede bir can alıyor

20. YÜZYIL
1903: Kanada, İngiltere ve Amerika’da sigaranın zararları ciddi bir şekilde ele alınmaya başlandı, Kanada’da sigaranın yasaklanması için meclise kanun tasarısı verildi.
1914: Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla, sigarayı yasaklama hareketi sekteye uğradı hatta tüm dünyada, cephedeki askerlere tütün yollama kampanyaları başladı.
1920’ler: Tüm dünyada sigara kullanımı hat safhaya ulaştı, bir yılda tüketilen sigara sayısı milyarları buldu.
1930: Almanya’nın Köln Üniversite’si bilim adamları sigara ve kanser arasındaki ilişkiyi istatistiksel olarak ortaya çıkardı.1934: İlk mentollü sigara üretildi.
1938: John Hopkins Üniversitesi doktorlarından Raymond Pearl sigara içenlerin, sigara içmeyenlere oranla daha genç yaşta öldüklerini belirtti.
1939: Almanya Polonya’yı işgal etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı. Cephedeki askerlere sigara taşınmaya başlandı. Bu sırada Alman bilim adamları sigara ve kanser arasındaki ilişkiyi daha derinlemesine inceleyen yeni bir istatistiksel rapor yayınladı.
1943: Dünya yetişkin nüfusunun yaklaşık %60-%80’nin sigara içiyordu.
1944: Amerikan Kanser Derneği, sigaranın sağlığa zararlı olabileceğini belirtti. Akciğer kanseri ve sigara arasındaki ilişkinin henüz kesinlik kazanmadığını ama gene de dikkatli olunması gerektiği hakkında halkı uyardı.
1947: Kanadalı doktor Norman Delarue akciğer kanseri hastalarının % 90’ının sigara tiryakisi olduğunu gösteren bir araştırma yayınladı.

BUGÜN
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sigara kullanımının yılda 5 milyon insanın ölümüne yol açtığını, bu sayının önümüzdeki 20 yıl içerisinde iki katına çıkmasının beklendiğini kaydetti. WHO’nun tahminlerine göre, bugün tüm dünyada 1,3 milyar civarında olan sigara kullanıcılarının sayısı 2025 yılında 1,7 milyarı bulacak.
Sigara yüzünden dünyada her 6,5 saniyede bir kişi ölüyor ve sigaranın dünya ekonomisine yılda yaklaşık 200 milyar dolarlık zarar veriyor.17 milyon kişinin sigara kullanıcısı olduğu tahmin edilen Türkiye’de de yıllık sigara harcaması 6.5 milyar dolara ulaştı.
Bilimsel çalışma sonuçlarına göre ise dünyada her yıl 5 milyon kişi sigara nedeniyle yaşamını kaybederken, Türkiye’de bu rakam 100 binle ifade ediliyor. 3 milyon KOAH (Kronik Obstriktif Akciğer Hastalığı), 4 milyon da astımlı bulunan Türkiye’de, yılda ortalama 50 bin yeni akciğer kanseri tanısı konuluyor.

Tüp bebek ( Mikroenjeksiyon )

Yardımcı üreme teknikleri kadın vücudunda üretilen yumurta hücrelerinin vücut dışına alınarak erkeğin spermi ile laboratuvar ortamında döllenmesi ve elde edilen embriyonun kadın rahmi içine geriverilmesi ilkesine dayanır.
Geçmişte spermin yada embriyonun laparoskopi eşliğinde tüplerin içine verilmesi (GIFT/ZIFT) gibi teknikler uygulanırdı. Artık modern tıp, yardımcı üreme teknikleri, tüp bebek (IVF) ve mikroenjeksiyonu (ICSI) tercih ediyor.

25 Mayıs 2007 Cuma

Sağlık Bakanlığı'ndan Verem Raporu


ANKARA (İHA) - İnsanlık tarihinin en eski hastalıklarından birisi olan tüberküloz, yani halk diliyle verem, günümüzde de en öldürücü enfeksiyon hastalıklarından birisi olmaya devam ediyor. Dünya genelinde halen tüberküloza yakalanma oranında azalma görülmüyor.

Araştırmalara göre, dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanıyor, 2 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor.Sağlık Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre, sağlık alt yapısı mükemmel olan Avrupa'da bile veremin yıllara göre görülme sıklığında bir azalma tespit edilemiyor.

Verem Doğu Avrupa'da yüz binde 80, Batı Avrupa'da yüz binde 12, Orta Avrupa'da yüz binde 40 oranında görülüyor. Bu bölgede hastalığın yıllar içindeki durumuna bakıldığında ise Doğu Avrupa'da ciddi bir artış, Orta Avrupa'da ise hafif bir düşme izleniyor. Verem konusunda Batı Avrupa'da ise önemli bir değişim yokken, Asya ve Afrika gibi bölgelerde yüz binde 100'ün üzerinde çok yüksek bir tüberküloz görülme sıklığı mevcut.

Türkiye'de tüberkülozun görülme sıklığı (insidansı) bölgelere göre farklılıklar gösteriyor. Hastalık en yaygın olarak Marmara Bölgesi'nde görülürken, bu sırayı Karadeniz, Güneydoğu Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgeleri takip ediyor. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesi olarak belirlendi. Bu rakamlara göre, Türkiye'de tüberküloz dünya geneliyle Asya, Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla çok düşük. Ancak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinden yüksek.

Türkiye'de yaklaşık 50 yıl önce başlatılan veremle mücadele halen kararlılıkla devam ediyor. Veremin hastanelerde ve dispanserlerde ücretsiz tedavisi, aşılama programları, hastaların tespitine yönelik tarama çalışmaları, sağlık personeli ve halka yönelik eğitim programlarıyla hastalara sosyal destek çalışmaları sürüyor.
Sağlık Bakanlığı bu çalışmaları üniversiteler, verem savaş dernekleri, sosyal dayanışma fonları ve diğer ilgili birimlerle işbirliği halinde gerçekleştiriyor. Türkiye'de 267 verem savaş dispanseri, 22 göğüs hastalıkları hastanesi ve 11 gezici verem savaş grubu hizmet veriyor. 2004 yılı içinde dispanserlere başvuran 2,5 milyona yakın kişinin muayenesi yapıldı. Bu oran geçen yıla göre yüzde 25'lik bir artışı gösteriyor.

TÜBERKÜLOZ ENFEKSİYONU NEDİR?
Sağlık Bakanlığı'na göre, yeni ortaya çıkan bir tüberküloz hastasının birinci kuşak tüberküloz ilaçlarıyla tedavi edilebilme oranı yüzde 100 civarında. Bu ilaçlarla tedaviye başlanması durumunda veremin bulaştırıcı olma tehlikesi ortadan kalkıyor ve hasta kısa sürede normal yaşantısına dönebiliyor. Toplam 20 milyon lira civarında bir harcama karşılığında tüberküloz hastalığı teşhis edilebiliyor. İlaçlara dirençli olmayan bir tüberküloz hastasının şifaya kavuşması için gereken ilaç ve kontrollerin toplammaliyeti ise 150-160 milyon lirayı buluyor.

Tüberküloz mikrobu vücuda girdikten sonra uzun süre hastalık yapmadan kalabilir. Bu dönemde vücut tarafından oluşturulan savunma yanıtları, mikropları aktif olmayan bir şekilde tutarlar. Buna tüberküloz enfeksiyonu ya da kişinin infekte olması deniliyor. Bu kişilerde hiçbir klinik belirti olmadığı için kendilerinin infekte olduğunu genellikle bilmezler. Ancak tüberkülin (PPD) cilt testi yapılırsa pozitif netice verir, bu yolla infekte olduğu anlaşılır. Bu dönemde mikroplar bir anlamda hapsedilmişlerdir ve vücudun savunma mekanizması çoğalmalarına engel olurlar.

Verem solunum yoluyla bulaşan bir hastalıktır. (Akciğer veremi olan bir kişinin öksürme, aksırma ve konuşma sırasında havaya saçtığı mikropların sağlam kişiler tarafından solunum yoluyla alınmasıyla bulaşır.) Aksırma ve öksürme sırasında ağzın kapatılması, odanın havalandırılması hastalığın yayılmasını engelleyen en basit ve en etkin yollardır. Verem yiyecek, içecek ve kullanılan ortak eşya ile bulaşmaz.(Sadece veremli ineklerin sütlerinin kaynatılmadan içilmesiyle bulaşabilir.) Verem kalıtımsal bir hastalık değildir. Ailede veremli bir kişi olduğunda hastalığın en kolay bulaşabileceği kişiler çocuklardır. Verem mikrobu alan kimselerin hepsi hastalığa yakalanmaz (Bunların ancak yüzde 5-10'u hasta olurlar.) Ancak mikrobu bir kere alan kişi bunu ömür boyu taşır ve AIDS, şeker hastalığı, mide rezeksiyonu, böbrek nakli gibi hastalıklarda herhangi bir nedenle vücut direncini düşürecek bir ilaç kullanımı ya da alkolizm, uyuşturucu kullanımı gibi durumlarda verem hastalığı kolayca ortaya çıkar.

HASTALIĞIN BELİRTİLERİ
Hastalığın başlıca belirtileri öksürük, balgam çıkarma, kilo kaybı, iştahsızlık, ateş, gece terlemeleri, öksürükle kan gelmesidir. Öksürük en sık ve en önemli belirti olup, öksürüğü 3 haftadan çok devam edenlerin en yakın verem savaşı dispanserine başvurmaları gerekir. Böylece hastalık fazla ilerlemeden, tedavinin kolay olacağı bir safhada yakalanır. Teşhisin gecikmesi halinde, çevreye bulaştırma riski yanında, hastalığın tedavisi konusunda da zorluklar ortaya çıkacaktır. Yakınmalar genellikle hafifbaşlar ve yavaş ilerler. Bu nedenle, birçok hasta doktora başvurmakta gecikir. Doktora başvuru gecikince, hastalık akciğerleri (ya da tutulan diğer organları) tahrip eder.

Yanlış teşhis ve yanlış tedaviler de buna yol açar. Veremin teşhisi için verem savaşı dispanserleri ve göğüs hastalıkları hastanelerinde bazı özel tetkikler gerekir. Bu tetkikler hastanın balgamının muayenesi, akciğer filminin çekilmesi, verem deri testi (tüberkülin testi, PPD testi) ve bazı hallerde gerekli kan tetkikleridir.

Butetkikler içerisinde kesin teşhis koyduracak ve bulaşıcılığı da tespit edecek en önemli tetkik balgam muayenesidir. Bu nedenle, balgam tetkiki her hastada mutlaka yapılmalı ve hastalar da bu konuda eğitilerek, balgam numunesi vermeleri konusunda ikna edilmelidir. Hastanın yakınmaları ve akciğer filmlerinde ortaya çıkan görüntüler de hastalıktan şüphelendirir. Balgam incelemesiyle tanı kesinleştirilir. Doğru tanı için, balgamda verem mikrobunun gösterilmesi önemlidir.

Türkiye'de verem savaşı dispanserlerinde tanı işlemleri ücretsizdir.
Veremin tedavisi ise şu şekilde olmaktadır:
"- Tedavide başarı için ilaç ve kontrollerçin hasta tedavi eden personel ile işbirliği içinde olmalıdır.
- Genellikle tedavinin en az ilk 2 ayında hastane tedavisi veya evde yatak istirahatı uygulanmalıdır.
- Yeterli ve dengeli beslenme, uygun hayat şartları ile tedavi desteklenmelidir.
- Sigara ve alkol kullanılmamalı, terk edilmelidir.
- Tedaviden sonra uygun aralıklar ile dispanserde kontrollere devam edilmelidir.
- Verem tedavi edildiğinde kesinlikle şifa bulan bir hastalıktır. Ancak hastalık hiç tedavi edilmezse hastaların yüzde 50'si kısa süre içinde kaybedilir.
- Tedaviye başlandıktan kısa süre sonra hastalar çevre için bulaştırıcı olmaktan çıkarlar. Bu nedenle tedavi, çevreyi korumanın en iyi yollarından biridir.
- Tedavi süresi oldukça uzundur. (ortalama 6-9 ay) ve bu süre içinde tedavinin aralıksız devamı gereklidir. Hastalar kendilerini iyi hissetseler bile bu tedavi süresini tamamlamaya ikna edilmelidir.
- Tedavi tek ilaçla değil, çeşitli ilaçların bir arada kullanımıyla yapılır. Bu ilaçların hiçbirisi doktor kontrolü olmadan kesilmemelidir.
- Tedaviye ara verilmesi ya da ilaçlarının bazılarının kesilmesi, kısa sürede bu ilaçlara karşı direnç gelişmesine sebep olmakta ve hastalık kronikleşmektedir.
- Bu ilaçlara direnç gelişmesi durumunda, tedavi maliyetinin yükselmesi yanında tedavi şansı da önemli ölçüde azalmaktadır.
- Bu nedenle tedavinin belirlenen bu prensipler çerçevesinde kesintisiz ve doktor kontrolünde sürdürülmesi verem savaşının temel prensibidir.
- Tüberküloz tedavisi Sağlık Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak yerine getirilmektedir.
- Tüberküloz tedavisini yürüten sağlık üniteleri verem savaş dispanserleri, göğüs hastalıkları hastaneleri ve verem pavyonlarıdır.
- Veremli bir hastanın tedavisi süresinde başta çocuklar olmak üzere tüm aile bireylerinin de mutlaka verem savaşı dispanserlerinde kontrolden geçirilmesi gereklidir. Bu kontrol en az 2 kere tekrar edilmelidir. (Veremli hastaların aile bireyleri diğer hastalardan 60-90 kat fazla tehlike altındadır.)
- Hastaların tedavi olmamaları ya da düzensiz tedavi görmeleri ölüm ya da ciddi sakatlıklarla sonuçlanır."

Bilgin DT Genel Müdürlüğü’ne geri döndü

Lemi Bilgin, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin kararı üzerine, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevine döndü.

Lemi Bilgin, yaptığı açıklamada, “Burada önemli olan benim genel müdürlüğe geri dönüp dönmememden çok, Devlet Tiyatrolarının kendi çalışma düzenine, liyakat düzenine tüm sanatçıların sahip çıkması ve büyük bir onurla bu görevlerine devam etmesidir.
Kurum daha verimli, daha iyi nasıl çalışır. Bundan sonraki çabalarımız bunun gerçekleştirilmesi için olacaktır” dedi.

19 Mayıs 2007 Cumartesi

Tatlı Krizim Geldi!


Siz de her adet döneminizde tatlı krizine girip 1-2 kilo alanlardan mısınız?
Adet döneminde birçok bayanın yaşadığı problem aşırı karbonhidrat ihtiyacı, özellikle hamurlu, çikolatalı tatlılara karşı yoğun istek, halsizlik, gerginlik, şişkinlik ve tabi ki kilo artışıdır.
Adet döneminde hormonal değişimler sonucu vücutta su oranının artması ile 1-2 kg artış olması normal karşılanır.
Bu dönemde günlük kaloriyi çok fazla etkilemeyecek şekilde tatlı ilavesi ile biraz kendinizi rahatlatabilirsiniz. 3 -4 gün öncesi, 5-6 gün adet dönemi ve sonrası derken her ayın 2 haftasını 2 kg fazla, kalan 2 haftasını kendi kilonuzda geçiriyor olabilirsiniz.
Meyve bu dönemde sizi rahatlatmıyorsa, puding veya dondurma yemenizi tavsiye ederiz. Hamurlu tatlılara yönelmektense, sütlü bir tatlıyı tercih edin.
Ve mutlaka yürüyüş yapın (özellikle adet dönemi sonrasında).2 hafta boyunca 3 -4 tatlıyı geçmeyin. Ekmek grubuna (pilav, makarna) yüklendiğiniz gün olursa, aynı gün tatlı yemeyin. Adet dönemi sonunda eski kilonuza geri dönebiliyorsanız sorun yok demektir.
Ayrıca bu dönemde su atımını sağlayacak bitkilerden yararlanabilirsiniz. Sıvı miktarının artışı, fiziksel aktivitenin artışı ve düzenli yeme ile iştahınızı dengelemeye çalışın.

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Aksesuar Almanın Tam Zamanı!


Türkiye’nin en dinamik mayo markası Sunset, mayoları kadar aksesuarlarıyla da göz kamaştırıyor.
Pareodan, pantolana, tül tuniklerden, elbiselere, terlikten şapkaya kadar birçok alternatifin sunulduğu koleksiyonda, tatil alışverişinize dair aradığınız her şeyi bulmak mümkün.
Spor tasarımlardan, klasik çizgilere, soft renkli modellerden, bol aksesuarlı ürünlere kadar oldukça geniş olan koleksiyonunda pareo, pantolon, kaftan ve tunikler ön plana çıkıyor.

Yıllardır mayoların vazgeçilmez bir parçası olan pareolar bu yıl da oldukça renkli, rahat ve kullanışlı. Asimetrik kesimli tül etekler, havada uçuşan şifonlar, birbirinden renkli aksesuarlar, çiçek ve tropik baskılı elbiseler, örgü modeller yine Sunset kadınını yansıtacak.
Gömlek ve elbiseler ise bu yılın en çok konuşulacak aksesuarlarından… Klasik ve fantezi modelleri tercih eden kadınların yanlarından ayırmayacağı gömlekler, plaj giysisinden öte bir estetik vaat ediyor.
“Yaz giysilerinde” seksapeli taşımak isteyen kadınlar ise, kaftanları bu yaz üstlerinden çıkartmayacak. Denizden hemen sonra ya da akşam güneş banyosu sonrasında giyilebilecek kaftanları, plaj dışında da rahatlıkla kullanmak mümkün.

Keten, tül, şifon ve ipeğin yanı sıra file modellerin ağırlığını koyduğu pantolonlar ise maksimum rahatlık sunarken, kadın vücudunun muhteşem hatlarını da ortaya koyuyor.
Pareo ve elbiselerde favori renkler beyaz, yeşil ve pembe. Ancak, Türk kadının vazgeçemediği siyah ve mavi de koleksiyonda yerini yine alıyor. Geniş geometrik baskılı, tek omuzu açıkta bırakan modeller oldukça göz alıcı.
Bu yıl glamour havayı artıran bir diğer ayrıntı ise, “doğa desenleri”. Kırmızı ve yeşil gibi canlı renklerle kombine edilen zebra ve leopar desenli tunik ve elbiseler farklı, şık olmayı garanti ediyor.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

Erkeklerin Yeni Nefretleri

ivillage.com’un araştırma sonuçları, erkeklerin kadınlarda “nefret ettikleri şeyler”in değiştiğini gösteriyor.
Habere göre, yıllardır erkeklerin en çok nefret ettiği şeyler sıralamasında ilk üçü kaptırmayan kaçık çorap, ojesi çıkmış tırnak ve orantısız vücut, yerini karakter özelliklerine bıraktı.
Yeni nesil erkeklerin nefret ettikleri sıralamasında başı, yüzde 80’le başka kadınları eleştiren kadınlar çekiyor.
Bunu; yüzde 75’le erdemliymiş gibi yapan kadınlar, yüzde 70’le şifreli konuşan kadınlar, yüzde 63’le fazla yakın olan kadınlar ve yüzde 60’la alışveriş bağımlısı olan kadınlar takip ediyor.
Haberin en çarpıcı maddesi ise, erkeklerin varlıklı olmayan kadınlardan da nefret ediyor olması. Gittikçe artan ekonomik sıkıntılar ve daha lüks yaşama isteği, özellikle genç erkekleri varlıklı kadınlarla birlikte olmaya itiyor.

8 Mayıs 2007 Salı

Çoban Sülü, Karaoğlan'a Karşı 1974, Ankara

12 Mart dönemi diye adlandırılan süreçten çıkış 14 Ekim 1973 seçimleriyle oldu. Solun üzerinde terör estiren ve toplumsal muhalefeti baskı altına alan bu dönemin sonunda yapılan seçimler Bülent Ecevit'in liderliğindeki CHP'nin zaferiyle sonuçlandı. 1950'de başlayan çok partili sistemde CHP ilk kez bu kadar oy alarak ve seçimlerden birinci parti olarak çıkıyordu.

12 Mart döneminin baskı ve zulmü karşısında tüm toplumsal muhalefet güçleri, tüm sol hareket "demokratik bir söylem" tutturan Ecevit'in CHP'sini destekliyordu. Dağlara taşlara yazılan "Halkçı Ecevit", "Umudumuz Ecevit", "Karaoğlan" sloganlarının da gösterdiği gibi emekten, özgürlükten, demokrasiden yana güçler ülkede yeni bir dönemin ancak Ecevit'in CHP'sinin iktidara gelmesiyle açılabileceğini düşünüyordu.

Meydanları coşkuyla dolduran büyük kalabalıklara daha sonra adına "Ecevit mavisi" denilen mavi renkli gömleğiyle seslenen Bülent Ecevit de bu talepleri gerçekleştirmeye söz veriyor, kendisine yönelen umutları boşa çıkarmayacağını söylüyordu.
Nitekim "Karaoğlan" 1973 seçimlerinden birince parti olarak çıkarken 1965 ve 1969 seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkan ve köylü kökeni dolayısıyla "Çoban Sülü" lakabıyla anılan Süleyman Demirel'in Adalet Partisi ancak ikinci parti olabiliyordu.
12 Mart döneminin son "partiler üstü hükümeti" olan Naim Talu hükümetinin yerine Ecevit'in liderliğinde bir hükümet kurulacaktı. Ancak bu o kadar kolay olmadı. Büyük Millet Meclisi'nde ancak 180 milletvekili olan CHP'nin koalisyon yapabileceği bir ortağa ihtiyacı vardı.
Uzun görüşmeler ve uğraşlardan sonra bu ortak Necmettin Erbakan'ın liderliğini yaptığı Milli Selamet Partisi oldu.Solcu bir partiyle İslamcı bir partinin bu ortak hükümetini çiçeği burnunda Başbakan Bülent Ecevit "tarihsel uzlaşma" olarak nitelendiriyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 38. Hükümeti olan ve Ecevit'in de ilk kez başbakanlık koltuğuna oturduğu 25 kişilik kabinede CHP'nin 18, MSP'nin ise 7 bakanı vardı. 12 Mart dönemi artık geride kalıyor ve ülkede bir bahar havası esiyordu. Ancak işler hiç de umulduğu gibi gitmeyecekti. 12 Mart döneminin yaralarını sarmak üzere bir genel af çıkarılması ve cezaevlerine doldurulan binlerce ilerici, solcu tutuklu ve mahkumun dışarı salıverilmesi hükümetin programında yer alan ve halka söz verilen en önemli vaatlerden biriydi. O dönemdeki Türk Ceza Kanununun ünlü anti-komünist maddeleri 141-142'inci maddeler de dahil olmak üzere siyasi nedenlerle cezaevine atılan herkes affın kapsamı içinde yer alacaktı.

Bu görüşmeler sırasında Adana Cezaevinde yatmakta olan şair Can Yücel, kendisini ziyarete gelen ve "Hadi gene iyisiniz, yakında çıkacaksınız, CHP sizi affediyor" diyen bir dostuna sinirlenmiş, "Önemli olan bu değil, önemli olan halkın CHP'yi affetmesidir, bunu anlamaya çalışın" diye yanıt vermişti. Ancak genel af yasa tasarısı Meclis'te görüşülürken 20 MSP milletvekilli 141-142'inci maddelerin af kapsamı içine alınmasına muhalefetle birlikte karşı oy vermiş ve tam da korkulduğu gibi af gerçek amacı dışına çıkıvermişti. Sadece adli tutuklu ve hükümlüler salıverilirken hemen bütün siyasiler içeride kalmıştı.

Hükümetin istifası, koalisyonun bozulması tartışmaları patlak vermiş ancak bunlar bir sonuca ulaşmadan Anayasa Mahkemesi imdada yetişerek çıkan yasanın "eşitlik ilkesi"ne aykırı olduğunu belirterek, affın kapsamasını genişletmiş ve tüm siyasi tutuklu ve hükümlüler de yasadan yararlanır duruma gelmişlerdi. Böylece hem hükümet, hem de CHP paçayı kurtardı.
Mayıs ayında atlatılan bu krizin ardından bu hükümet ne kadar devam edebilir, Erbakan'a ne kadar katlanılabilir diye tartışırken bu kez Kıbrıs krizi patlak verdi. Bir süredir Kıbrıs'ta varolan karışıklıklar, Yunanistan'daki cuntanın da desteğiyle 15 Temmuz 1974'de Nikos Sampson'un Makarios'a karşı düzenlediği bir darbeyle çok kritik bir noktaya sıçradı.
Kıbrıslı Türklerin can güvenliği tehlikeye girmişti ve Türkiye'den yardım istiyorlardı. Kıbrıs'la ilgili anlaşmalarda İngiltere, Türkiye ve Yunanistan "garantör devlet" olarak tanımlanmıştı ve adada varolan statüko bozulduğunda müdahale etmeye hakları vardı.Ecevit hükümeti Kıbrıs'a müdahale edilmesi gerektiğini düşünüyordu.
Ancak bu konuda Yunanistan'la işbirliği yapmanın olanağı yoktu, çünkü Sampson'un darbesinin arkasında Yunan cuntasının olduğu besbelliydi. İngiltere'yi birlikte müdahaleye ikna etmek için yoğun bir çabaya giren Türk hükümeti bir sonuç alamayınca Kıbrıs'a tek başına müdahale etmeye karar verdi.

20 Temmuz sabahı TRT mikrofonlarına heyecanlı bir sesle konuşan Ecevit, Türk silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs'a çıkartma yapmakta olduğunu dünyaya açıklıyor, "Barış Harekatı" adını verdiği bu askeri müdahalenin sadece Kıbrıs'a değil Yunanistan'a da barış ve demokrasi getireceğini ileri sürüyordu. İki gün süren harekattan sonra Birleşmiş Milletler'in çağrısıyla 22 Temmuzda ateşkes yapıldı, ancak İsviçre'de süren görüşmelerden bir sonuç alınamayınca 15 Ağustosta Türk birlikleri ileri harekata devam ederek adanın yaklaşık üçte birini kontrolleri altına aldı.
Geride kalan çeyrek yüzyıldan bu yana Kıbrıs sorunu bir çözüme ulaşmadı ama adaya yapılan askeri müdahale ile birlikte Başbakan Ecevit de "Kıbrıs Fatihi" oluvermişti. Yarım yüzyıl sonra ilk kez savaşa giren Türk ordusunun bir zafer daha kazandığı havası ülkeye hızla yayılmış ve bunu sağlayan Ecevit de birden "kahraman" haline gelmişti.
Otobüslerin arkasını Ecevit'in "miğferli posterleri" süslüyordu. Daha sonra uzun yıllar boyunca Türkiye'nin başını çok ağrıtacak bu askeri harekat Ecevit'in popülaritesini çok artırmış, Başbakan Yardımcısı Erbakan iyice gölgede kalmıştı.
Af yasası tartışmaları sırasında doruğa çıkan hükümet içindeki kriz ve Erbakan'ın dayanılmaz kaprisleri olarak sunulan bir takım koalisyon içi sorunlar karşısında kamuoyunun desteğine güvenen Ecevit, Kıbrıs fatihliğini oya tahvil edebileceğini düşündü. Hükümet istifa edecek ve hızla erken seçime gidilecekti.

Erken seçimden CHP'nin tek başına iktidara geleceğinden hiç kuşkusu yoktu. Nitekim Ecevit, Kasımda hükümetin istifasını vererek ülkeyi bir erken seçime götüreceğini umduğu süreci başlattı. Ancak evdeki hesap hiç de çarşıya uymayacak ve "Kıbrıs Fatihi" tam bir fiyaskoyla karşı karşıya kalacaktı. Gerçekten hemen bir seçime gidilse Kıbrıs rüzgarını arkasına alan Ecevit belki de tek başına iktidar olabilirdi, ancak Çoban Sülü'nün buna izin vermeye hiç niyeti yoktu.

Önce yine bir hükümet krizi çıktı. Kontenjan Senatörü Sadi Irmak'ın başkanlığında 12 Mart döneminin "partiler üstü" hükümet modelini yansıtan, bakanların tümünün TBMM dışından veya kontenjan senatörlerinden oluştuğu bir hükümet kuruldu.
Ancak güven oyu alamadı. Alamadı ama bir başka hükümet de kurulamadığı için yaklaşık dört ay ülkeyi yönetmeye devam etti.En sonunda 31 Mart 1975'de AP lideri Süleyman Demirel, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi'ni bir araya getirerek "Milliyetçi Cephe" adı verilen bir koalisyon hükümeti kurmayı başardı.
MHP'nin de ilk kez iki bakanla yer aldığı bu hükümet yoğun çatışma ve çalkantılarla birlikte 5 Haziran 1977'de yapılan seçimlere kadar, yaklaşık iki buçuk yıl devam edecekti.Eline geçen iktidar fırsatını ancak 10 ay değerlendirebilen "Kıbrıs Fatihi" ise Midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuş, Çoban Sülü'nün fendi Karaoğlan'ı yenmişti!

http://www.tarihsayfam.com/ilginc-olaylar/coban-ve-karaoglan.html

6 Mayıs 2007 Pazar

İstanbul Sevdiğim Düştedir...


Ressam Solmaz Aksoy’un “İstanbul sevdiğim düştedir” isimli resim sergisi, 2-25 Mayıs tarihlerinde Atatürk Kültür Merkezi Sanat Galerisi’nde gezilebilecek.

hiçbir şey nedensiz değil/ anlam senin yüklediğindir/ sevdiğin düşü yaşatmak gerekir/ İstanbul sevdiğim düştedir..

Sergisini, kendi dizeleriyle adlandıran ressam Solmaz Aksoy, “zaman-mekan-insan” üçlemesinin imgeleriyle oluşturduğu estetik anlayışının yeni açılımlarını sanatseverlerle buluşturuyor:

“Tarih kokan, pek çok kültürü inatla kucaklayan bu kent, bir düş kenti benim için. Karışık bir düş, şaşırtan bir düş; ama hep görmek istediğim. Değerleri fark edebilen, izleri yok etmeyip çoğaltabilen, kentin anlam dolu kalbini kırmadan yaşayan insanların çoğalmasını istediğim bir düş.”

İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü öğretim görevlisi olan Aksoy, bugüne kadar 18 kişisel sergi açtı. Çok sayıda karma sergiye de katılan sanatçı, çalışmalarını Beyoğlu Tünel’deki atölyesinde sürdürüyor.